Kar; Hep böyle pazar sabahı yormadan gel

Cumartesi akşamı kar yağmaya başladı, akşam herkes evine gittikten sonra. Sabaha kadar ince ince yağmaya devam etti. Pazar sabahı şehir, ince beyaz kar yığınları ile kaplı bir şekilde, herkese “günaydın” dedi.

Her seferinde, böyle cumartesi akşamında gel kar, seni özlediğimize değsin. Yorma bizi,hırpalama bizi.

Bu aralar böyle bir akım var ya. Sözler duadır, sözlere dikkat, niyetlere dikkat. “O öyle mi istenir, ondan olmuyor işte” diye, kısıyor bize gülen yüzlü spiritüelciler.

Hakikaten doğru istemediğimiz için mi olmuyor, yoksa olmayacağı için mi doğru isteyemiyoruz.

Kafamda bunlar dönüp duruyor son zamanlarda. Kolayına olumsuz anmam bir şeyleri. Çok eskiden “ne biçim yağıyor” derdim yağmur için, kızardı bana eski eşim. Şimdi bana kızan o biri yok. Ölümden çok korkardı, “alma ağzına ölümü” derdi, 50 yaşında iken öldü.

Şimdi o ölümü, erkenden gideceği için bu dünyadan ağzına almazdı. Yoksa zaten erkenden öleceği için mi ölüm sözcüğü onda böyle bir paranoya yaratırdı.

Şahane bir Gabor Mate kitabı aldım, Dağınık Zihinler. Kitap dikkat eksikliği ve hiperaktivite namı diğer DEHB ile ilgili bir kitap. Kitabı bir komşumun tavsiyesi üzerine aldım. Okuduğum ikinci Gabor Mate kitabı olacak. Gabor Mate’nin sakinliğine bayılıyorum. İnsan onu dinlerken hem kendi özel halinin farkına varıyor hem bunun aslında onun mucizesi olduğuna inanıyor hem bunun için kimseyi suçlamıyor, özellikle ailesini, hem de bunu nasıl yönetebilirimin gücü ile donanıyor.

Kitabın başında psikiyatrist R. D. Laing’in bir sözünden bahsediyor. “İnsanlar 3 şeyden korkar; ölüm, diğer insanlar ve kendi zihinleri.”

Aslında onun ölümden korkması ve bunu anmak istememesi onu çok farklı yapmıyor. Sadece kendini rahatlıkla ifade edebilen korkusu ile yüzleşebilen biri olduğunu gösteriyor. Allah rahmet eylesin eski eşimi diyerek onunla bir daha vedalaşayım.

Geleyim kendi korkularıma. Ben de zihnimle baş başa kalmaktan korkanlardanım. O yüzden boş kaldığımda, telefondu, kitaptı, başka insanlarla muhabbetti şeklinde zihnimi meşgul ederim. Hiç bana kalsın istemem. Meşgul olmayınca beni girdabına çekebiliyor çünkü.

Zihnim, bana önce sakin sakin geleceği gösteriyor sonra sakin sakin beni geçmişe götürüyor sonra benden kalkınma planları bekliyor. Eğer ona beklediği kalkınma planlarını vermezsem bana, “ya işte bak sen zaten şu zamanda da şunu, bu zamanda da bunu başaramamıştın ya gene öyle olursa!” diye başlıyor. Şimdi ben bu zihni susturmayayım da kimi susturayım. Zihnim beni haşlarken ona kırılmayayım, sık sık geleyim diye bana espiriler de yapıyor. Bazıları en az Cem Yılmaz’ınkiler kadar komik. Açıkçası beni çok eğlendiriyor. Aslında zihnim gelecek planı beklemediği durumlar dışında benim en iyi arkadaşım.

Pandemi zamanı maskenin avantajını zihnimle dışarıda rahat rahat konuşarak yaşamıştım. Kendisiyle baya baya gülüyor, eğleniyorduk.

Gabor Mate DEHB’yi kendisinde de teşhis etmiş. Hatta ilerleyen yaşlarında teşhis etmiş. Adam psikiyatrist ve kendine böyle bir tanıyı 50 yaşından sonra koyuyor.

DEHB denilince akla dolap üstlerine tırmanan, yerinde duramayan çocuklar geliyor. Hatta sevgili Ajda Pekkan’nın silikonlu dudakları, botokslu yüzüyle hiçbir yerini kıpırdatmadan söylediği “hiperaktifim ben!“ lafı geliyor ama kimsenin aklına leyla gibi olan zihinler gelmiyor. Odaklanmakta zorlanma, ilgi çeken konu ya da insan görünce hiper odaklanma gelmiyor. Hayal dünyasında yaşama gelmiyor çünkü hayal dünyasında yaşayanlar dikkat çekmiyor, kendinden başka kimseye zarar vermiyor.

Oysa o hayal dünyasında yaşayanlar gittikçe de çocuklaşıyorlar. Kendimde bunu ilk fark ettiğimde mutlu olmuştum, ne yalan söyleyeyim. Ben evin en büyüğüyüm. Sürekli kıyaslandığım ve her eyleminden sorumlu olduğum kardeşlerim oldu. Bir sonraki kardeşimden bir buçuk sene büyük olduğum halde sanki dersin cumhurbaşkanı olacak yaştaymışım gibi olgun davranmam beklendi benden. On yaşında lavabonun önüne sandalye koyar bulaşık yıkardım. Bunu yaparken de kendime “sen büyüksün kızım, onlar küçük” derdim ve hayal dünyama dalardım. Bazı hayallerimde mimar olurdum bazı hayallerimde işletme sahibi. Sonra o bulaşıklar biterdi ve ben her seferinde o bulaşıklar nasıl bitti anlamazdım.

Gabor Mate insanın sahip olduğu farklılıkların ekseriyetle çevre faktöründen kaynaklandığını söylüyor. Karşılaştığımız ilk çevre kim, aile. Aynı Gabor Mate bu farklılığı tetikleyen insanları suçlamak yerine, problemin kaynağını bulup oradan problemi çözmeye geçelim diyor. Yani aileyi suçlamak ile zaman kaybetmektense kendini yönetmeye geçmelisin diyor.

Bence beni, kalan 3 kardeşimden ve evden sorumlu tutan ailem sayesinde ben bugün farklılıklarımla çok kolay mücadele edebilmeyi ve yorulduğumda kolayca uyuyabilmeyi öğrendim.

Hiçbir zorluk ya da hiçbir yenilik bana ürkütücü gelmiyor, en fazla ne olabilir ki?

Üniversitede iken kalmak üzere olduğum bir ders vardı. Okulda iki ortalamayı geçemediğin zaman geride olan sınamalı derslerinin de peşine takıldığı ya da geçebildiğinde alayından geçebildiğin bence saçma “ya hep ya hiç” sistemi vardı. Eğer o sınavdan düşük not alırsam o dersten kalacaktım. Dersten kalırsam, ortalam da düşecekti ve bu hem gelmişime hem geçmişime.

Neyse böyle karlı bir gündü. Trabzon’a birkaç senede bir kar yağar, yağdı mı da iki hafta tüm şehri felç eder. O sene öyle bir kar senesiydi.

Sınavım umduğum gibi geçmemişti çok üzülmüştüm. Rahmetli babannem, “Git hocanla konuş, benden de selam söyle, çalışmalarından bahset, geçirsin seni” dedi.

Bir baktım ona, içime bir cesaret geldi. Bindim otobüse düştüm KTÜ yollarına. KTÜ bembeyaz olmuştu, sanki dersin Uludağ. Hocanın olduğu bölüme kadar yürüdüm. Adamın kapısını çaldım, çok güzel mavi gözleri vardı. Baktı bana o gözlerle, “hayırdır kızım” dedi. Her şeyi babannemin verdiği gazla anlattım. Adam bana sarıldı, “Yorulmuşsun kızım bu karda kışta” dedi. “Gel bakalım kağıdına” dedi. Beraber baktık ve geçtiğimi, kendi gözümle gördüm. Beni bir de güzel yolculadı. Eve gittim babanneme sarıldım. Kendi konuşma şekliyle “Uzulme hiç bir şey için bir daha!” dedi.

Bence onda da DEHB vardı, içi içine sığmazdı.

Beni DEHB yapan ailem aynı zamanda bana şahane bir organizasyon becerisi, özgüven ve cesaret verdi. Onlara kızmayla kaybedeceğim zaman yerine, kendimi tanıma ile uğraşmayı seçtim.

Bu farklılığın en güzel yanı da yaş aldıkça çocuk gibi olmak demiştim ya bence bu da hayatın bana önceden kullandırtdığı olgunluklarımın yerine bana sonradan yaşattığı çocukluğum. Çocuk gibiyim, gülüyorum, yeni insanlar, yeni konular geliyor sürekli odağıma. Seviyorum ben kendimi, tüm farklılıklarımı. Beni bu farklılığa iten ailem ve bana sürekli öğreten çocuklarım iyi ki varlar ve beni  sürekli kendimle meşgul olmaya iten eski eşim iyi ki hayatıma girdi. 

DEHB çevre etkisinden kaynaklanan bir farklılık. Çevre derken aklınıza tüm çevreler gelsin. Aile, arkadaşlar, iş, şehir, ülke vb. DEHB’li beyne sahip olan insanlar çevrenin onlara yaşattıkları durumlardan başka çevrelere gidebildiklerinde her şey değişebiliyor. Değişkenlik DEHB’li beynin sevdiği şeydir. Her değişiklik olmasa bile çoğusu ona dopamin yükler sonra gelsin ben bu hayata yeni geldim keyfi ile sağda solda mutlu ama her şeyi sıfırlanmış leyla gibi dolanmalar.

Bu yazı biraz kar, bolca ben oldu. Aslında daha tanı koyulmuş bir DEHB’li gibi yazmayı niyet etmiştim ama onkoloji psikiyatristine gidince teşhissiz çıktım. Kadın bana ciddi bir başarısızlık öyküsü anlat dedi. Oysa ben “başarmazsan, salak olduğun kesinleşecek” diyen bir ailenin kızıydım. “Doktorcuğum ben o salak damgasını yememek için nasıl köpek gibi çalıştım” diyecektim, kadın oralı bile olmadı. Açıkçası özel muayeneye gidip dünyanın parasını veresim yok. Ben o para ile kitap alır sonra da güzel bir geziye giderim.

Hayat problemler ve çözüm yolları arasındaki eğlenceli anları bulmaya çalışmadır aslında, yoksa Orhan Baba’nın haklı olduğu anlar az değil. Ne diyoruz o vakit “ Batsın bu dünya!” Şarkı olanı ama eyleme geçirmek yok!

Bu yazımı, bana sürekli bir şeyler öğreten hayatıma giren, hayatımda duran, hayatımdan çıkan bana kendimi her durumda yönetebilmeyi ve sevmeyi öğreten tüm öğreticilerime tüm bana temas edenlere atfediyorum. Hepimizin öğretmenler günü kutlu olsun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asla Üzülmemen Gereken Şeyler ve 6 sigma

Dünyayı Taşıyan Kadınlar