Aluçdağı: Bir mesire yeri
Bir süre yazamadım çünkü yeterince dolmamışım, akacak durumda değilmişim. Oysa ne güzel yerler gördüm, ne güzel insanlar tanıdım, ne güzel anlar yaşadım.
En son pazar günü mesela, muazzam bir pazar yürüyüşü yaptım. Müdavimi olduğum yürüyüş gurubunun tatlı rotası ve mihmandarlığı sayesinde, gene windows masaüstü olabilecek kadar güzel fotoğraflar çektim. Betimlemelerimize dâhil olan bir tamlama artık, Windows masa üstü manzarası.
Neyse ne diyordum, pazar günü gezisi için cumartesi akşamı çantamı hazırladım. Her çanta hazırlayışta aklıma rahmetli babaannem gelir. Canım ya, bir gün önceden tüm hazırlığını yapardı. Çantasını hazırlardı, üstünü başını planlardı. Kurmalı saatimiz vardı. Her akşam kurardık onu yoksa saat çalışmazdı. Şimdinin yenilenebilir enerjisi, eskinin kurmalı saati idi. Saati her gece kurardık ve aşağı yukarı 24 saat çalışırdı. Pili bizdik yani. Zaman konusundaki kaynağımız ise radyoydu. Bir evde bir radyo bir de kurmalı saat varsa o evde zaman durmazdı, hayat durmazdı.
Rahmetli babannem gibi çantamı hazırladım. Üstümü başımı ayarladım. Rahmetli, kendi alanında bakımlı biri idi. Ben de ondan gördüğüm kadarına, kendi karakterimi ekleyip bakımlı kalmaya özen gösteriyorum. Ne demiş Nasrettin Hoca;” ye kürküm ye!” Hayatın hiçbir alanında özensiz olmamalı.
Her şey hazırdı. Telefonumu kurdum ve yattım. Alarmın sesiyle henüz aydınlanmayan bir sabaha uyandım. Sonrası, babaannem gibi bir şeyler yutmak ve yollara düşmek. İtiraf edeyim öncesinde yatağım beni kandırmaya çalıştı. “Gitme kız, bak ben sıcacığım” dedi ama ona kanmadım. “Sen dur burada, ben akşama geleceğim” dedim.
Evden çıkarken güneşin ilk ışıkları parlamaya başladı. Bulutsuz bir gökyüzü ve altın gibi ışıyan güneş ışıkları ve Ankara kış şartları için ılık sayılabilecek bir hava… Ilık dediysem, ısıran ılık bir hava. Bu tabiri dimağıma sokan kişi geldi aklıma. Can yakmayan, ama soğuk olan havalar için ısıran havalar derdi.
Sonra bizi taşıyacak servisin olduğu yere gittim. Servis hareket edince, onun hareketini bekliyormuş gibi olan güneş ışıkları kaldıkları yerden, yayılmaya devam ettiler. Fonda 90’lardan parçalar. Gençlerin bayıldığı, benim neslimin şarkıları. “Dayanamam ben bu gidişine!” diyor.
Ankara’da denizin olmaması sebebiyle ona gökyüzü kıyağı geçilmiş olması gibi bir durum var. Sabahları ve akşamları özellikle. Bazen gökyüzü bordodan maviye geçen renklere bürünür, bu sabah da aynı muazzamlıkta.
Yaprağını dökmüş ağaçlar cıbıldak bir vaziyette, sağda solda arz-ı endam ediyor. Bir tanesini kuşlar sahiplenmiş. Üstünde bir sürü yuva vardı. Kuşlar orayı AVM’leri gibi yapmışlar. Uçuşa dönüyorlar sağında solunda.
Harun Kolçak çalmaya başladı, “gir kanıma!”, lise yıllarım geldi aklıma, bir hocamızın sorduğu soruyu bildiğim için bana onun kasedini almıştı.
Kazan’a geldik. Kayalıklara leylek resimleri çizilmiş. Ankara kuşlar için kıymetli bir mekân. Göçmen kuşların rotasında olan bir mekân. Muhtemelen bu kayalıklarda görülmüşler ve birileri bu anı ölümsüzleştirmiş.
Ankara’yı, ülkenin prototipi gibi görüyorum, tek eksiği deniz.
Çok güzel çam ormanları var mesela. Kıyılarına köşelerine göller saklanmış dağları var, bir dünya endemik var. Kuşlar ve bitki örtüsü takdire şayan. Az yukarılara çıkın, kartala varıncaya kadar kuşları görebilirisiniz. Dört bacaklı vahşi hayvanlar konusunda da çok zengin bir şehir.
Gittiğimiz yerde bizi bunlardan biri karşıladı. Eriyen karların kuruttuğu çayırlarda ılık havanın kokusunu alan çiğdemlerden bahsediyorum. Bilen bilir, çiğdem bir Ankara güzelidir. Görüntüsü ve en az onun kadar eşsiz olan tadı ile bilinir. Ankaralı olup onu bilmeyen, gördüğü yerde ona selam vermeyen onunla hemhal olmayan yoktur.
Çiğdemlerin bize selam durduğu yer, Çamlıdere ile Kızılcahamam arasında Aluçdağı Tabiat Parkı idi.
Aluçdağı bir mesire yeri. Bizim oranın tabiri ile mezire. Aklıma, çocukluğumda gittiğim meziremizi getirdi. Annemle otlarını kesmeye gittiğimiz bir meziremiz vardı. Sabahtan yola çıkardık. Neredeyese bir saat tırmanırdık. Orada ahşaptan bir evimiz vardı. Annem evi açardı. Evin yanından incecik bir ırmak akardı. Bizim orada küçük sulara ırmak derler, büyük sulara dere derler. Biz o zamanlar ilkokullu bile değildik. Annem bizi çayıra salar, ot kesmeye başlardı. Çayırın ortasında bir kaya vardı. Üstünde kına yapabildiğimiz, dokusu olan bir kaya. Irmaktan taşıdığımız su ve küçük bir taş yardımıyla kınalı dokuya taşı sürterdik. Yeşil olan doku ıslak yeşile dönerdi. Sonra oradan çıkan karışımı elimize sürerdik. Yarım saat kadar elimizde dururdu. Sonra elimizi şırıl şırıl akan ırmakta yıkardık. Elimiz kınalı olurdu. Kınalı kızlar olurduk. Sonra annem ırmaktan su alır, o sudan çay demlerdi. Oraya getirdiğimiz şeylerden yer, o ırmağın suyundan demlediğimiz çayı içerdik. Annem ırmaktan aldığı su ile bulaşıkları yıkardı ve evin pencerelerini kapatırdı. Dev bir çayır vardı, üst tarafında orman vardı. Annemden ve bizden başka kimse yoktu sağda solda. Tek bir ev bile yoktu. Annem bizden, biz annemden kuvvet alırdık. O günlere dair zihnimde olan tek bir korku hissi yok. İnsan 5 yaşında iken annesinin ve kardeşinin olduğu yerde, bir şeylerle meşgul olabildiği yerde niye korkar ki?
Annem kestiği otlardan dev bir yük yapardı. Yükü bizden büyüktü. Gözümde dev bir kadın olan annem, daha da büyürdü. Sırtına yükünü alır, önüne bizi katardı. Yolda mantarların olduğu bir yer vardı, oraya illa uğrardık. Her seferinde yeni biten bir avuç mantar ile eve dönerdik. Annem, “benim size verdiğim mantardan başka mantar yemeyin” derdi, yemezdik.
Aluçdağı bana çocukluğumu, meziremizi hatırlattı. Bizim orada ırmak vardı, burada onun yerine göl var. Göl, mevsim gereği buz tutmuş. Ama yani öyle böyle değil, korkmasam üstünde yürünecek, kayılacak şekilde buz tutmuş bir göl. İçinde dev ağaç kökleri olan, sağı solu çalımsı ağaçlarla dolu, ağaçların altlarında baş veren çiğdemlerin olduğu bir göl.
Rahmetli babaannemden bana sirayet eden gezgin ruhum ile yaşım kadar gerilere gittiğim sonrasında hepsi ile yaşıma döndüğüm bir geziyi bu kadar sananlar olmuşsa olmasın. Gördüklerim ve yazdıklarım sanıldıklarından farklı ve sandığım gibi olmayan şeyler. Kendi gözlerinizle görmelisiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder