Köy Bayramı
Bayram denince aklıma köy bayramları gelir. Muhtemelen bayramı ilk gördüğüm yer köy olduğu için öyledir. Köy çocuğu olduğum için yaşadığım kıymetli günlerde ya da sıradan günlerde köyde olduğum için olabilir.
Çocukluğumun bayramları gerçekten bayram gibiydi. “Nerede
o eski bayramlar” klişesini yapmak maksatlı yazmadım. Köyde hayat zordur, yan
gel yat değildir. Her gün mesai olur, haliyle her gün toz toprak ile haşir
neşir olunur. Bu da süslü püslü olunamaz demektir. Dizilerde görülen köy konseptlerini
bizler sadece bayramlarda yaşardık.
Bir keresinde annem hepimize etek dikmişti. Annem
eskinin terzi annelerinden değildi haliyle muhteşem etekler çıkmadı ortaya ama çıkan
etekler de fena değildi.
Bayram bizim için bayramlık demekti. Bir şeyler
alınırdı muhakkak. O bir şeyler giyilir ve sağdaki soldaki köyler gezilirdi.
Bayram kahvaltısından çok bayram günü planlaması
önemliydi.
Bayram benim için en tatlı köyde geçerdi. Daha
sonralardan içinde otel olan bayram tatilleri de yaşadım ama köy bayramları
tadında geçmediler. Lüks ruhuma geçemiyor da olabilir ya da içimdeki fakir kız
bir türlü zengin olamıyor. Para pul keyfime işlemiyor olabilir. Midem sağlam
olsa soğan cücüğü edebiyatı da yapardım ama işte nazlı midem hazmedemiyor. Ben de
mısır ekmeği edebiyatı yapayım, mısır ekmeğini buğday ekmeğine yeğlerim. Hatta
mısır ekmeğimi her yerde yiyebilirim mısır ekmeğim olmadan bir yerlere gitmem,
gidemem.
Bayramda köyde olmalıyım hissiyatı beni bu bayram daha
önce görmediğim köylere kadar götürdü. Orada bir köy vardı uzakta o köy de
benim köyümdür misyonuna hizmet eder bir vaziyette buldum kendimi.
Ordu’nun Fatsa ilçesinin çiçekli böcekli bir köyünde
karşıladım bayramı. Pencerem bembeyaz çiçekli armut ağacına bakıyordu. İtiraf
edeyim elma ağacı sandım onu ama olsun, elma ile armut ağacı çiçeği birbirine
benzer.
Tipik bir Karadeniz köyü gibiydi köy. “Dumanlı dumanlı
oy bizim eller” diyen cinsten. Bizim oralarda sis diye bir kelime yoktur onun
yerine duman denir. Aslında sis dediğini ilk defa duyanın aklına duman
geleceğini sanmam.
Neyse işte öyle dumanlı dağların önünde uzun bir armut
ağacı vardı. Armut ağacı koca yapraklı çiçekleri ile arz-ı endam ediyordu. İki
kedi pencerenin altından yemek istemeye gelmişti. Fındıklıklar baharın
renklerini göstermek isteyen çiçeklerle doluydu. Fındık dalları en açık tonda
yeşillerini takınmışlardı. Doğa yeni ıslanmış suluboya takımı gibiydi.
Her ton sarı, yeşiller ve aralarında beyazlar vardı.
Beyazların yakınlarında ortamın rengini ısıtmaya çalışmak için gelivermiş gibi
açan bu kırmızıya çalan pembemsi meyve çiçekleri vardı. Ama öyle İstanbul’un
erguvanları gibi çok pembemsi, morumsu renk dalgası gibi değil aralarda beliren
küçük dokunuşlar gibi olanından.
Bilen bilir bahar ayları doğada taze yenebilir otların
toplanma zamanıdır. Bilinenin aksine Ege dışında bölgelerde de birçok ot eskiden
beri toplanır bazen taze iken bazen turşusu yapılarak bazen tavası yapılarak
bazen kavurması yapılarak bazen yemeği yapılarak yenir. Örneğin Tamara otu,
bizim orada gongoroş denen, merkezlerde Kaldırık denen ot. Bir ota farklı
yerlerde farklı isimler verilmesi yurdum insanının her sevdiğini kendinden bir
şey gibi görüp ayırması değil de ne! Ne şahane bir ülkeyiz.
Neyse ya ne diyordum, ot toplama ritüeli diyordum, en
az mantar toplama kadar lezzetli, en az mantar toplama kadar bereketli, en az
mantar toplama kadar keyifli. Taze ot kokusunu içine çeke çeke yeşilliklere
dalmak, her biri bir başka güzel bir başka endemik kır çiçeklerini görmek baharın
merkezine girmek. En sevdiğim çiçekler kır çiçekleridir, kendilerine şiir
yazmışlığım bile var, öyle de bir aşk ile severim onları.
Benim mevsimlerim
Kır çiçekleri
Her biri zamanı gelince patlıyor topraktan
Bunlar benim yazım
Hoş geldin yaz
Kokunu rengini ne çok özlemişim
İyi ki gördüm seni
(Elma Kokan Salon, Sayfa 13)
Fatsa ile Ünye Ordu ilinin birbirine rakip iki ilçesi,
bence ikisi de birbirinden güzel ama onlara sorsanız ötekinde bir numara yok.
Onlara sorsanız Ordu’da bir numara yok. Yurdumda böyle birçok ilçe vardır,
kendilerine şehir içinde hasım bir ilçe bulurlar ve o hasım ilçe ile ili bile
beğenmezler. Şey gibi kardeşlik olgusu gibi. Derler ki kardeş kardeşin olduğunu
da öldüğünü de istemezmiş. İnsanı modern yapmaya çalışan medeniyetin insanın
fıtratındaki ilkelliği beğenmeyip onu para ile terbiye etmesi ile yarışmayan
zararsız sevimli ilkellikleri. İnsan içindeki ilkelliği saklamadan daha samimi
hatta daha sevimli. Ordu ile Fatsa arası rekabet de o sevimli olan ilkel
rekabetin ilçe arasında olanı.
Fatsa, kuzeyinde Karadeniz olan güneyinde köyleri olan
kalabalık şahane bir ilçe. Köylerinin kültürel zenginliklerinde ne ararsan var.
Cemevinden camiye kadar. Ormanları yaban keçileri ile meşhur. Bir tane yaban
keçisi göreydim diye o ormanlara iyice baktım ama göremedim. Hâlbuki her zaman
mı geliyorum, bir tane olsun yaban keçisi bana görünebilirdi. Neyse kader
kısmet diyelim. Keçiler gözükmedi ama birçok farklı kuş sesi ile bana arz-ı
endam etti. Malum mevsim bahar, kuşlar ya yavruluyor ya yavruladı birbirlerine
nispet yapma zamanları. Her biri ağacın bir dalını kendine mesken tutmuş koroda
sıra oba gelen solist gibi uzun uzun ötmeye başlıyor. Çıkan sesler o kadar
güzel ki insan onu duyunca kendini şahit olduğu şey açısından şanslı
hissediyor.
Bir gezgin insanların gezmek deyince yurtdışına
gitmeyi Avrupa’yı Amerika’yı görmeyi anlamasının bu ülkeye bir haksızlık
olduğunu söylemişti. Çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir ülkeyiz ve her bir
köşesi kendi alanında benzersiz güzellikler barındırıyor. O köşeleri hakkıyla
gezmeden Avrupa’ya açılmak o köşelere haksızlıktır demişti. Ben de ona kendimce
şunu eklemek isterim. Yurdumun her bir köşesi farklı kültürler barındırıyor o
kültürleri tanımadan dünyaya açılmak o kültürlere haksızlıktır. Düğünden
cenazeye, mevsim karşılamadan mevsim yolculamaya kadar farklı kültürel etkinliklere
sahip bir ülkede yaşıyoruz. Fatsa’da mesela Ramazan Ayı arife günü yolculanırmış.
Herkes kapıya çıkar eline suyunu alır son iftarı öyle edermiş. Çok durdun artık
git der gibi şaka ile karışık yolculanırmış. Yurdum insanının ibadeti bile
kültüründen nasibini alıyor.
Ne diyordum, Fatsa hem deniz hem dağ ilçesi. Dağ
ilçesi demek Karadeniz’de yayla demek. Fatsa’nın az yukarısı Aybastı. Bilen
bilir menderesleri ile meşhur ilçe. Aybastı yaylaları menderesleri ile meşhur. Farklı
akarsu genişliğine sahip menderesler. Oralara kadar gitmişken o menderesleri
görmeden gelmemek lazım dedim ve menderesleri ben de gördüm. Aşağıda ılık bir
hava vardı ama yaylaya çıkınca o hava en az 10 derece kadar düştü ve ona dağ rüzgârı
eklendi. Dona dona menderesleri izledim. Yalnız değildim birçok insan menderes izlemeye gelmiş. Menderes
yolunu ilerletemeyen ırmakların kıvrıla kıvrıla akmaya çalışmasının eseri. Yani
sabrın ve sessizliğin eseri. Haliyle mendereslerin olduğu yerde çağıl çağıl su
sesi duymadık. İşini yapan ama işinin reklamını yapmayan köy kadını gibi idi
menderesler. Eserleri tüm ovaya yayılmıştı am çıt çıkmıyordu.
Soğuğu daha fazla yemeden köye döndük. Öyle güzel
manzaralar gördüm ki birini çeksem diğeri kırılır cinsten. Literatürde çuha
çiçeği diye geçen çiçekler tüm çayırları sarıya boyamıştı. Yanlarında başka
başka çiçekler, farklı türde papatyalar farklı türde zambaklar adını şanını
bilmediğim çiçekler. Boy vermemiş çayırlarda sırasını salıyor. Bir iki aya o
çayırlar boy verecek o zaman oralarda onlarla boy ölçüşebilecek başka çiçekler
açacak. Doğadaki hiyerarşideki saygı insanlarda olsa nasıl olurdu acaba, herkes
haddini bilse, herkes sırasını beklese mesela, muhtemelen dünya çok güzel
olurdu. Saygı sevginin de önüne geçerdi. Dilerim doğadan gördüklerimizi
kendimize ekleyebiliriz ve onun gibi hep beraber güzel olmayı öğrenebiliriz.
Fatsa bu kadar değil, yollarda pat pat ya da gırgır
denen sevimli taşıma araçları var. Yöre insanı onları biraz özgüvenli sürüyor
yanlarından geçerken dikkatli olmakta fayda var. Yeni bir sanayi olmuş olabilir
oralarda her sanayide olduğu gibi acı hikâyelere de konu olmaya başlanmış.
Tarihi çok eskilere dayanan topraklar buralar. Aybastı yaylasına yakın ta
Danişmentliler zamanından kalma Emir Yakup şehitliği var. Bunun yanında bir
dünya define hikâyesi var. Küp bulup zengin olanlardan maden işletip tünelleri
bırakanlara kadar. İrili ufaklı şelaleleri ve kanyonları da var. Bunlar benim
gördüğüm ya da duyduğum şeyleri. Buralar en az benim yazdıklarım kadar en çok
görmeye gelenlerin zamanları ve merakları kadar açılabilecek yerler. İnsanına
özel bir parantez açayım, insanı sıcacık samimi ve kesinlikle tanış olunması gereken
iyi ki tanımışım denen insanlar, ben denk geldiklerimin hepsini çok sevdim.
Dönüş yolunda gelinciklere denk geldim, daha da anlatırdım ama artık bir daha ki yazıya... Görsel köyümden, babaannemden yadigâr şeftali ağacı çiçek açmış, ne diyordum; hayat kısa kuşlar uçuyor ülkenin her köşesini görmek lazım. Her köşesini başka başka mevsimlerde tekrar tekrar görmek lazım. Çünkü çok güzelsin Karadeniz, çok güzelsin Türkiyem.
Yorumlar
Yorum Gönder