Gece Yarısı Kütüphanesi

 


Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig’in, hayatta karşılaştığımız farkına vardığımız ya da sonradan fark ettiğimiz yolları, fırsatları, insanları kurgular ve rüyalar üzerinden bize hatırlattığı kitabı.

Kitap, her ne kadar yabancı bir yazardan yabancı bir kültürden olsa da, aslında her insanın benzer şeyleri yaşadığını anlatıyor.

Hani bazı kitaplar vardır o kitabı iyi ki okumuşum deriz, benim için öyle bir kitap oldu. Bir de şu vardır, bizim için hayattaki tüm işaretlerin anlamını barındırdığını düşündüğümüz kitap bir başkası için hiçbir şey ifade etmez. 

Aslında kitaplardaki bu durum insanlar için de geçerli. Biri, biri için yanıp küle dönerken, öteki ona yan gözle bile bakmaz. O yüzden ne demiş şairin biri, ‘ona bir de benim gözümle bakın bakalım, sevmeden durabilecek misiniz?’

Sevmek bakış işi gibi ama hangi bakış, hangi durumdaki bakış.

Gece yarısı, bana sevmelerimi hatırlatıyor. Eski sevmelerimi ve yeni sevmelerimi. Ömrü biten sevmelerimi, ömürsüz sevmelerimi. 

Herkesin hayatında ömürsüz sevmeler vardır. Kimi bunu itiraf eder, kimi kimseye demez, onunla ölür. İçinde birçok acaba olan, ters köşe olunan anlarda, yüzeye çıkan ömürsüz sevmelerden bahsediyorum.

Ömürsüz sevmeler derken, hiç olmamış ama hiç de bitmemiş sevmelerden bahsediyorum.

Gece Yarısı Kütüphanesi tam da bunlardan bahsediyor.

Elimizde imkân olsa ve geçmişteki tüm acabaları değerlendirebilsek; duygusal sevgiye dair, medeni hale dair, kariyere dair, statüye dair vb.

Gece Yarısı Kütüphanesi’ndeki gibi gidip gelmeleri, bize yaşatanlar oluyor aslında. Bunu kendi cinsimden olan muhabbetlerden biliyorum. Kadınların en sevdiği muhabbet o olabilir. O acabaları, temcit pilavı gibi masaya sürmek. O masada kahkahalar atmak, o masada ağlamak zırlamak sonra bazı şeylerin altını çizip bazı şeyleri en uzaktaki raflara kaldırmak.

Kadınlar, kadınların gece yarısı kütüphanesidir. Özellikle beraber yıllanmış, şarap gibi olduğumuz kadınlar. 

Buradan o yıllanmış şarap ya da 40 yıllık sirke gibi değerli olan kadınlarıma seslenmek istiyorum, sizi çok seviyorum. İyi ki varsınız. Hayattaki şansımsınız. 

Beni benden iyi bilen Rabbim, kadınlara olan ihtiyacımdan dolayı en küçük çocuğumu kız olarak yarattı. Bunu tam şu sıralar anladım. Kızım bir ergen, annesini yorarak sevgisi gösteren bir ergen. Benden kopuyor sandığım bir ara, birbirimize maruz kaldık ve bunun benden kopma değil benimle başka boyutta bir ilişki geliştirmek olduğunu anladım.

Hayatta olur öyle, ilişkiler ihtiyaç değiştikçe boyut değiştirir. Biri o boyutta kalmakta ısrar ederse yapayalnız kalır. Çünkü o ilişkinin o boyutu, ömrünü tamamlamıştır. İlişkinin bir başka boyuta evrilmesi gerekir. 

Kızımla, tam da bunu yaşadık. Onu bu haliyle yeniden, eskisinden daha fazla sevdim. 

Kızımla olan ilişkimde fark ettiğim şeyi genelleyebiliriz aslında.

Tüm ilişkiler, ilişkinin içindeki birinin sayesinde evrilir. Diğeri bunu anlayamazsa ilişki çatışmalar yaşar. Bazen o çatışmalar o ilişkinin sonu olur bazen tahammüller ve anlayışlar ve adaptasyonlar ile yepyeni bir hale bürünür ve tadından yenmez olur.

40 yıllık arkadaşlıklar, bir yastıkta kocayanlar bunu bilerek ya da bilmeyerek yapabilenler olabilir.

Ben 40 yıllık arkadaş sahibi olarak bunu deneyimledim. Eski olan ama eskimeyen dostlarım, tahammül edebildiğim, bana tahammül edebilen, kızdığım halde bir süre sonra onlarsız edemediğim ya da onların bana kızdığı ama bir süre sonra bensiz edemediği insanlar.

Tahammül edebildiklerimizi sevebiliyoruz aslında ve bize tahammül edebilenler hayatımızda kalanlar. Tahammül bazen maddi ihtiyaçtan, bazen manevi ihtiyaçtan dolayı oluyor. 

Günün sonunda ihtiyaçlar kesişirse yollar kesişiyor. Gurur ve inadın olmadığı anlarda ilişki katmerleniyor.

Katmerlenemeyenler, ömürsüz ilişki olarak kalıyor. Her ters köşe olunduğunda, acaba diye zihin bir daha dene istersen diyor.

Kitap bunları anlatıyor ve kendinden beklenen bir final yapıyor.

Bir süredir bu kitabı yazmayı istiyordum ama bir türlü başlayamıyordum.

Geçenlerde de evde küçük bir kaza yaşadım. Manen tatsız olduğum bir ruh halinde idim, kendimi dünyadaki en mutsuz insan sanıyordum, kimse beni anlamıyor ve bu çok büyük bir dert sanıyordum, hatta bana kaderimin bir oyunu mu bu derken raftaki bir tabak yüzüme çarptı. Ama nasıl çarpmak! Az önceki manevi acı da neymiş! Manevi acıyı unuttum ama tabak ağzımın içinde koca bir yara yaptı, iki hafta ağzımdaki yara iyileşmedi. Dudağımın bir tarafı silikonlu gibi şişti kız kardeşim,  kendisini o an doktorum ilan ettik, bana antibiyotik başladı. Karbonatlı su ile gargara yaptık. Yok, yara bir türlü iyileşmiyor.

Zaman en iyi ilaç derler ya vallahi öyle, zamanı gelmeden yara iyileşmedi.

Manevi acı daha büyük bir acı geldiği için mecburen geçti, fiziksel acı vakti gelmeden geçmedi. Yaram, bana kitabı düşündürdü.

Daha önceki maddi manevi yaralarımı düşündüm ve acabaları hesapladım. Bayram tatilinden dolayı, çok sevdiğim kadınlarla tatildeydik, onların acabalarını ve yaralarını dillendirdik.

Kendi zihnimizi filitre ettik sonra da yeniden organize ettik. Evi yeniden düzenlemek gibi bir şey. Baya iyi geldi, anda kalmayı, andan keyif almayı ve gelecek için endişelenmemeye niyet ettik. Başarabilirsek ne ala başaramazsak mecbur tekrar bir araya geleceğiz. Bir an düşündüm de başarmasak mı acaba, hayat başarılı olunca mı daha keyifli başarısız olunca mı?

Bunu hep beraber düşünelim, iyi bakın kendinize, raftaki tabaklara da dikkat edin. Büyük tabakların içine küçük tabak koymayın. 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asla Üzülmemen Gereken Şeyler ve 6 sigma

Kar; Hep böyle pazar sabahı yormadan gel

Dünyayı Taşıyan Kadınlar