Dedemin İnsanları
“Dedemin İnsanları” yıllar önce sinemada izlediğim bir film. Sinema filminin sinemada izlendiği günlerin filmi. Şu anda da ben, sinema filmlerini sinemada izlemeyi seviyorum. Kanepede film izlemek bana film izliyorum keyfini vermiyor.
Bu filmden bahsetmek istememin nedeni, tam bu günlerde
yaşanan şeylere benzediği için. Filmi bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim.
Film, mübadeleden dolayı Girit’teki topraklarından Türkiye’ye gelmek zorunda
kalan Mehmet Bey’i ve ailesini anlatıyor.
Mehmet Bey İzmir’de çok sevilen biri oluyor, kazancı
güzel oluyor ama bu birilerinin ona ‘gaur’ demesine engel olamıyor.
Yunanistan’dan geldiği için ona gaur diye bakanlar oluyor ve bu durum torununun
canını çok yakıyor. Daha ilkokul çocuğu olan torun kabul görmek için dedesine
yapıştırılan kimlikle mücadele ediyor.
Ne kadar çok bu zamana benziyor. Sonradan gelenleri
önceden gelenler beğenmiyor. Gelen bizden olduğu halde beğenmiyorlar.
Mülteci sorunu malumumuz. Ben gençlerin durumunu,
filmdeki çocuğun durumuna benzetiyorum. Gençler her fırsatta yaşadıkları
topraklara ait olduklarını ispat etmeye çalışıyorlar. Bunu söylemezlerse
başkaları alınır ya da daha başkaları onların ellerinden bunu alırlar
sanıyorlar.
Filmin ortalarında bir yerlerde darbe oluyor, darbe
hükümeti sorumsuzca eylemlerde bulunuyor ve belediyede çalışan damat, tek
başına darbe yönetimine karşı koymaya çalışıyor ve başaramıyor. Hayata küstüğü
bir akşam kayınpederi olan Mehmet Bey, ’senin vatanın ailen evladım, kendine
gel’ diyor. Benim o filmde en etkilendiğim sahne o sahnedir. O sırada
çocuklarım küçüktü ve vatanımın idrakine çok iyi vardım.
Herhangi bir kamu spotu yapma derdim yok. Olanları
itidalli bir şekilde izlemeye çalışıyorum.
Bu aralar bir kitap okuyorum. Bir Freud kitabı. Şu,
her yaptığımızın aslında dürtülerimizden ya da ana babamızdan kaynaklandığını
anlattığını sandığımız doktordan bahsediyorum. Kendisi bir tıp doktoru ve bugün
birçok yerde faydasını gördüğümüz hipnozu kullanan psikanalizin öncüsü olan
bilim insanı. Okuduğum kitabın adı “Totem ve Tabu”. Kitapta ilkel insanların tabuları ve bir
totemleri anlatılıyor. İlkel toplumlar, Afrika yerlileri gibi insanlar.
İlkellikten kasıt doğal kalmış olmalarında. İlkelin felsefik anlamı doğal kalmaktır.
Bu ilkel insanlar savaş sonrasında ya da bir düşmanlarını öldürdükten sonra
günlerde yas tutuyorlar. (Düşmanının başını, burası bildiğimiz anlamında
ilkelliği hak ediyor.) Başlarını kestikleri düşmanlarından özür diliyorlar. Ona,
‘ben seni öldürmeseydim, sen beni öldürecektin’ diyorlar. O başa, en kıymetli
yemeklerini sunuyorlar. Sunuyorlar ki düşmanın ruhu onları rahatsız etmesin.
Ruh rahatsız olmasın istiyorlar. Yani aslında hayvanlar gibi hayatta kalmak
için öldürüyorlar ve asla kin tutmuyorlar. İlkel adlandırılan insan aslında ne
kadar insan. Bana öyle geldi açıkçası. Bu kitapta bana bu günlerde yaşananlarla
ilgili bir farkındalık yaşattı ve paylaşmak istedim.
Daha önce de yazdığım gibi kamu spotu olmak gibi,
birilerini etkilemek gibi bir derdim yok. Sadece yerimi belirtmek istedim.
Konum verdim gibi düşünün. Buraya gelmek isteyen haritalarını açabilir.
Bence mülteci sorunumun çözülmesini beklemeyecek
aciliyette sorunlarımız var. Sorunlarımızı psikolojide moda olan bir tabirle
kendimizi kurban rolüne koyarak çözemeyiz. Her şeyi devletten beklemek yerine
devlete bir şeyleri hatırlatmakta fayda var. Bir tür feedback gibi düşünsün.
Öncelikle ekonomi ile ilgili, maaşlarda kamu ile özel
sektör arasındaki uçurumların kalkmalı ki her üniversite mezunu memur olmaya
kalkışmasın. Marketlerdeki ürünlerin fiyatlarının vatandaşın şikâyeti ile değil
devletin düzenli denetimleri ile takip edilmesi lazım, Ev sahibi/kiracı sorununun
her iki tarafı memnun edecek şekilde çözülmesi lazım. İş güvenliğinin kâğıtlarda
kalmaması lazım, iş güvenliğinin işverenden çalışana herkes için gerekli bir
standart olduğu bilincinin aşılanması lazım. İş güvenliğinin yaşanan kazalardan
sorma anılmaması gereken modern zamanlarda olduğumuzu düşünüyorum. İnsanın can
sağlığı söz konusu olduğunda vatandaşın inisiyatifine değil devletin anında
yaptırım getiren yasalarının devreye girmesi lazım.
Kendi geçmişime göre devletimiz daha sosyal bir devlet
oldu ama bence daha da olmamasına mani bir durum yok ve olmamalı.
Yazımı Sezen Aksu’nun ‘masum değiliz hiç birimiz’
şarkısı ile bitireyim.
Yorumlar
Yorum Gönder