Işığı arayanların Karanlık Yüzü
“Işığı Arayanların Karanlık Yüzü”, kendi halinde olan insanlara yönelik bir kişisel gelişim kitabı. Ben kişisel gelişim kitaplarını takviye olarak alınan vitaminler gibi görüyorum. Eğer bünye aldıklarından, ihtiyacı olan vitamini alamıyorsa ne yapıyoruz gidip vitamin alıyoruz. Malum olduğu üzere, çoğu kadın kansız, haliyle takviye alması lazım, çoğu kadın B12 yoksunu haliyle leyla gibi dolaşıyor, canı leyla gibi dolaşmak istemeyen B12 vitamini alıyor.
Kişisel gelişim kitapları da kişinin onda mevcut olmayan sosyal ya da psikolojik uyumları kazanmasını sağlamak üzerine yazılan kitaplar. “Kişi bir türlü mutlu olmayı beceremiyorsa ve mutlu olmayı istiyorsa bu konuda yazılmış, eşinin dostunun tavsiye ettiği ya da o dönem çok popüler olan kitabı alıyor, okuyor ve püff birden mutlu oluyor” demek isterdim ama ekseriyetle öyle olmuyor. Kişi kitabı okuyor ve ondaki kaynakların farkına varıyor ve durumunu değiştirmek ya da kaynaklarını artırmak için harekete geçmesi gerektiğinin farkına varıyor. Farkına varırsa şahane, varmazsa geçmiş olsun.
Ben çocuklar küçükken ne zaman onlarla dönemsel bir problem yaşasam, bir çatışma yaşasam, onları üzsem ya da onlar beni üzse hemen yeni bir çocuk bakımı üzerine kişisel gelişim kitabı alırdım. Kitap bana o çocuğun da benim gibi birey olduğunu söylerdi ve ben çocuktan itaat beklememin hayal olduğuna ayılırdım. Sonra onu anlamaya çalışır, ona saygı duymaya çalışırdım, ta ki çocuk yeni bir döneme girene kadar.
Aslında çocuklar küçükken işler kolaydı, problemler kolaydı, sonra çocuklar büyüdü ve ben, beni mis gibi bir dünya karşılayacak sandım. Ben bıraktığım zaman dünya mis gibiydi çünkü. Üniversiteye gidiyordum, tek yapmam gereken şey arada ders çalışmaktı. KTÜ şahaneydi, güzel arkadaşlarım vardı. Arada İstanbul’a gidiyordum. Gençtim, güzeldim, çevremdeki herkes de güzeldi. O güzellerden biri ile evlendim. Ev, araba, tatil, arada kavgalar, aman canım her evde olan cinsten. Bıraktığım dünyayı aradım bir süre, sonra baktım ben bıraktığım ben değilim. Haliyle kimse bıraktığım gibi değil. Eski halime dönesim yok. Önüme bakmak zorundayım. Önüme bakmak zorunda olmak beni kaygılandırdı. Kaygım, benim eskiden beri kamçım. Ne zaman düşsem bana en çok o vuruyor. O vurdukça ben gene düşüyorum. Maksadı beni korkutup ileriye sıçratmak ama olmuyor bazen yapamıyorum. Korkak biriyim daha doğrusu, içimde çok korkak bir kadın var. Anneannem gibi kadın olduğu için kendini aşağılık hisseden, kadın olmaktan korkan, erkek olsa işlerin daha kolay olacağını düşünen bir kadın. Zayıf bir kadın.
O zayıf kadını ben bir türlü kabullenemiyorum. Kitap tam burada bana bunu hatırlattı. İnsan güzel şeyleri kendine kolaylıkla yapıştırıveriyor ama nerede hoş olmayan bir şey onu bir türlü kabullenemiyor. İçimdeki o zayıf kadını sevmeye ve bana ne dediğini duymaya çalışıyorum. Ona ihtiyacım var belli. Bendeki görevini tamamlayınca gidecek ve yerine başka hoş olmayan karakterler koyacak. Bir sonraki ben de, ihtiyacım olan kadın olabilmem için.
Kitap, her insanın içinde birçok çirkinlik barındırdığını ve bu çirkinlikler sayesinde kendini oluşturduğunu anlatıyor. Rica ediyor sürekli, hor görmeyin o çirkin insanları. Karşınızdaki kişi size bencillik yapıyorsa, siz bencil olabilir misiniz ya da karşınıza beceriksiz insanlar çıkıyorsa siz beceriksiz olabilir misiniz? Kendi adıma yazayım ben nerde benim gibi beceriksiz biri var onu buluyorum. Hatta o insanla çoğu şeyi beraber beceriyoruz. Ben zayıflıklarım ya da çirkinliklerimin olduğu insanları buluyorum. Genelden farkım, her şey yolunda iken kendimi çok iyi tanıyor olmamla övünmem. Beni bir de her şey yolunda değilken görün.
Yazar Türk değil ama bizdeki “kınadığınızla sınanırsınız” anlayışına atıfta bulunuyor. Bahsettiği çirkin insanlar; katiller, tecavüzcüler, yalancılar, hırsızlar vb. Suçluların en çok üzerine giden insanların, psikolojisini de incelemek gerektiğini düşünüyor. Bir başkası tecavüz suçlusuna öteki kadar tepki vermezken tepki verendeki ruh haline vurgu yapıyor.
Geçenlerde annem, babaannemin bir sözünü hatırlattı. Annem biz küçükken dağlardan derelerden yalnız başına geçmiş, köy adamları ile yolculuklar yapmış. “Anne” dedim, “babaannem seni o yaşta el adamları ile bıraktı, aklına kötü bir şey gelmedi mi?” Babaanneme bunu sormuş, “Biz kimseye öyle bir kötülük yapmadık, kimse de bize öyle bir kötülük yapmaz.” demiş babaannem. Bu düşünce bana kitaptaki ifadeleri düşündürttü. Çoğu insanın ödünün patlayacağı yerde annem, babaannem hatta ben ve diğer kız kardeşlerim yeri geldi yalnız, yeri geldi yabancılarla dolaştık. Başımıza çok şükür kötü hiçbir şey gelmedi. Aklımıza da gelmedi.
Ben mesela köyde karanlıkta yürürken, sadece karanlıktan korkarım, başka bir şeyden korkmam. Bu korku benimle şehre de geldi, hala insanlardan değil, karanlıktan korkuyorum. Aslında karanlık korkum da hem komik hem çirkin ama yıllarca beni insanlardan kaçmaktan korudu. Karanlık korkum sayesinde, sosyal bir insan oldum.
Kitap günahların olabileceğini, bunu yargılamanın yanlışlığına vurgu yapıyor. Bu düşüncenin İslami karşılığı yanlış yaptığında Allah’ın affına sığınabileceğin konforu. Uçsuz bucaksız affı olan bir Rabb’imiz var. İçimize farklı farklı zaafları koyan Rabbimiz, o zaaflarla denendiğimizde bizi affedebiliyor, biz başkasını affedemiyoruz. Niçin, ben kitabı okuduğumdan beri bunu düşünüyorum. Bir başkasının yaptığı kötü şeyi niye anlatıyorum. Belki de o bende de var ama onu kimse fark etmesin diye, başkasının günahını kendi sözlerimle ayıplayıp günah çıkartıyorum. Çünkü çok kolay. Böylece değişmeme gerek yok. Başkası değişecek ve problem hallolacak. Ben karşıma çıkan yeni problemimde gene karşımdaki insanı anlatacağım böyle sonsuza kadar gidecek ve ben kendimi mumya gibi muhafaza edeceğim. Çünkü kendimi muhafaza etmek kolay, kendimi yenilemem zor. Başkasına yönelip onu değiştirmeye çalışmak çok kolay. Hem el gün benim emeğimi görecek, beni takdir edecek hem ben sen olmamışsın, senle çok uğraştım farkındaysan diyeceğim, kendimi haklı çıkartacağım. Valla hayat böyle tek başına mis gibi gider. Elinde kullanma kılavuzu ile yaşamak gibi. Yan etkisi mutsuzluk, keyifsizlik, umutsuzluk. Çıktısı kıt kanaat hayat.
Bendeki beni en çok zorlayan karanlık yanım, kaygım. Kaygım özellikle ciddi işlerim olduğu zaman sinsice gelip benim tüm günlerimi planlıyor. Öyle ki benim yapmam gereken şey, onun planlarını icra etmek. Bana her biri için zamanlama hatırlatması yapıyor ve bir işi başka işe bağlıyor. Böylece ben boşluksuz bir şekilde onun askeri oluyorum. Sayesinde dört günde yapacağım şeyi iki günde yapıyorum. Zamanı kaçıracağım diye geriliyorum, bedenim yoruluyor ama anlamıyorum. Böyle mucizevi işler çıkardıktan sonra bedenimin yardımına sindirim sistemim yetişiyor. Kaygımı susturamadığımı anlayan sindirim sistemin, bana hassas olduğunu, kaygımın benden çok onu yorduğunu hatırlatıyor. İçimdeki mükemmelliyetçi, çalışmaktan başka bir şey bilmeyen zor kadını yataklara düşürüyor. Sonrası zor kadın sayesinde kazandığı iki günü yatakta geçiren ben oluyorum.
Benim içimde bir de kolay pes eden korkak bir kadın var. O ben, ne zaman yataklara düşsem sabırla sırasını bekler. Ben yataklara düşünce ilaç içerim, beslenmelik bir şey varsa alırım, sonra güzel güzel yatar iyileşmeyi beklerim. Çünkü yaptıklarımın yeteceğini düşünürüm. Hatta aklımda son yaptığım zikirler, dualar varsa onları ede ede uyurum. Genelde ben böyle yaptıktan sonra iyileşmem. Çünkü beden bozulmuş, öyle iki ilaç, bir çorba, bir çay ve uyku ile hemen eski haline döner mi, dönmez. Böyle anlarımı kollayan, korkak, umutsuz, dert babası yanım gelir ve bana boşuna uğraştığımı, pılıyı pırtıyı toplayıp buralardan gitmemizi söyler. Ne boş boş uğraşıyorsun diye de haşlar beni. Dün en son o umutsuz dert babası kadın geldi yanıma. “Salaksın, bir de iyileşmeyi umuyorsun, iyileşeceksin de ne olacak, gene aynı şeyler olacak, senin derdin bitmez kızım” dedi. “Hakikaten ya, doğru diyor en iyisi ben öleyim” dedim. Girdim psikolojisine, baktım olmuyor, bakmamayı değil küsmeyi tercih ettim. Mahzun mahzun bu işi nasıl gerçekleştireyim diye düşündüm. Sanki alanın uzmanıymışım gibi. Sonra bir baktım kanepe beni yere attı. Deprem oldu hem de üssü Yenimahalle. Ödüm patladı, içimde beni darlayan tüm kötü kadınlar deprem olacak diye benden önce kaçtı. Kaldım kendimle baş başa. Başladım gülmeye, “lan sen hani bir şey edecektin*?” dedim, o andan beri kendime gülüyorum. Bu deprem sadece bana ya da benim gibi içindeki kötüleri kabul etmeyenlere gelmiş olabilir. Bir barışsak o kötülerle onlar da huzura erecek, biz de. Sonra muhtemelen diğer kötü kadınlar devreye girecek. Oradan da hayat dersleri gelecek, hadi bakalım.
Dilerim bende çok kötü kadınlar yoktur diye kendimi keşfe koyuldum. Kişi kendini keşfe koyulunca başkalarıyla uğraşacak zamanı ve takati de kalmıyor. O yüzden, sırf dedikodudan bile uzaklaşmak istiyorum diyorsanız, tavsiye ederim. Işığa giderken kendi karanlığınızı görmeye hazırsanız tabi. Gözünüz korkmasın, ince bir kitap, hikayeleştirme tekniği ile yazılmış, komşularla tatlı bir muhabbet ediyormuş gibi mesleki bir eğitime katılmış gibi televizyonda faydalı bir içerik izliyormuş gibi okuyabilirsiniz. Şimdiden keyifli okumalar.
Yorumlar
Yorum Gönder