Yeşilırmak güzeli Amasya
Amasya Hititler’den beri olan bir şehir ve adı hiç değişmemiş. M.Ö 60-M.S 19 yılları arasında yaşamış olan coğrafya bilimi mucidi Strabon, şehrin adının, şehirde doğan Amazon kraliçesi Amasis’ten geldiğini yazmış.
Benim Amasya merakım 2006 yılında yaşanan, hatırladığım en etkili güneş tutulmasında başladı. O sıra televizyonda, en güzel güneş tutulması görülebilecek yerlerden birinin Amasya olduğunu öğrendim. Şehirle ilgili ekranda gördüğüm videoya kadar Amasya’nın o kadar güzel olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Amasya’yı sonraki ilk tatil planımıza koyduk. O sıra Trabzon’da yaşıyorduk. Trabzon’dan batıya açılırken, yolu uzatmadan gidilebilecek bir şehirdi Amasya. Haliyle kolayca ziyaret ettik.
2017 yaz tatilinde Amasya ile resmen tanıştık.
Şehre akşam girdik. Bizi, şehrin ortasında boylu boyunca yayılan Yeşilırmak karşıladı. Kıyısında eski ahşap konaklar vardı. Konaklar ışıklandırılmıştı. İki yakayı birbirine bağlayan gerdanlık gibi büyük ışıl ışıl bir köprü vardı. Konaklar ile Yeşilırmak arasında koca çınarlar vardı.
O akşam tüm şehir halkı Yeşilırmak’ın iki tarafında gibiydi. Kimi oturuyor, kimi yürüyor kimi çekirdek çitliyordu. Deniz şehrinde yaşadığım için insanların ırmak kenarına da deniz muamelesi yapması, garibime gitmedi değil.
Konakların ışığı ırmağa vuruyordu, ırmak çok genişti ve bir yandan akıyor bir yandan serinlik getiriyordu.
O an şehre aşık oldum, iyi ki geldik dedim
Şehrin kendi üretimi olan geleneksel dondurmalardan yiyip otelimize gittik.
Kaldığımız otel, tepede bir oteldi. Tüm eski Osmanlı şehirlerinde rastalanabilen, daracık yoldan tepeye tırmandık. Otelimize geçtik, yattık uyuduk.
Sabah kalktığımda bizi Amasya’nın meşhur kral mezarları ile dolu dağları karşıladı. Bir çok kral mezarı, kocaman kuş yuvaları gibi bize bakıyordu.
Aklıma aynı dağlar için Barış Manço’nun yazdığı “Dağlar dağlar” şarkısı geldi. Kişi umutluysa yüce zirveleri ile ona ışık olan, umutsuzsa, dev engeller gibi duran, Yeşilırmak’ın arkadaşı yüce dağlar.
Gece çıkarken fark etmediğimiz eski Amasya’nın yanından, tekrar geçtik. Trabzon’da aynı mahallelerden vardır. Eski evler, her biri dağın bir yükseltisini kendine temel eylemiş, evlerin beyaz kireçli duvarları ve evlerin önünde oturan rengarenk giysili muhabbet eden, örgü ören, kucağında küçük çocuklar olan, halı üzerinde güneşlenen kadınlar. Türkiye’de, eski olan hemen her şehirde böylesi renkli, zamana direnen, insanı mazisine götüren mahalleler vardır. Aynı öyle bir mahalleydi.
Ardında Yeşilırmak kıyı şeridine ulaştık. Dün gece gördüğümüz masalsı nehir, gündüz kil yeşilliğinde, aktığı belli bile olmayan, üzerinde yer yer bir kaç plastik şişe olan biraz mahcup bir şekilde bize baktı. Gece ki görüntü ile gündüz oluşan görüntüden mahcup olmuş gibiydi. Aslında mahcubiyeti şu an ki görüntüsünün hoş olmayışından değildi, çünkü hala hoştu ama geceki görüntü ile arasında çok fark vardı.
Şehrin geceki görüntüsü, ülkede başka hiç bir yerde olmayan, Avrupa’da da bir kaç yerde olan özel bir sanatçının ışıklandırma eseriydi.
Ona, mahcubiyetini anladığımızı ve bunu sorun etmediğimizi, konakları ve şehirde saklı olan yerleri keşfe çıkacağımızı söyledik.
Tarihi tren istasyonuna, Aslı ile Kerem efsanesinin geçtiği su yoluna muhakkak gidin dedi. Şu an orda bir tek su yolu vardır ama ilerde orda müze yapılabilir, şu an ki bakirliğini kaçırmayın dedi. Gündüz gözü ile de kıyıda yürüyün, ilerde buralara selfi çeken şehzade heykeli bile koyacaklar, biz onsuz zamanını bile gördük dersiniz dedi.
Konaklarda bir öğün olsun yemek yemeden gitmeyin dedi. Köprüden geçin, saat kulesini görün dedi.
Ondan aldığımız lokasyondan ilki ile başladık. Kerem’in Aslı için deldiği dağları gördük. Orda bence her kadın, el adamları neler yapmış, sen neler yapmışsın diye yanındaki adamı baştan dibe bir süzüyor. Ne varsa eskilerde varmış diyor.
Çıplak, oyulmuş dağları gördük. Ordan Yeşilırmak kenarında yürümeye başladık. Belli aralıklarla koyulan banklarda oturup dinlendik. Çınar ağaçları bize gölge etti.
Acıkınca köprüden karşıya geçip, Yeşilırmak’a nazır balkonu olan bir konakta yemek için durduk. Açıkçası ne yediğimi hatırlamıyorum. Zaten yediğim içtiğim bana kalsın, ben gördüklerimi anlatmaya devam edeyim.Balkon taraça şeklindeydi. Yeşilırmak üzerinden, ona bakabiliyorduk. Gördüğüm ilk yeşil nehirdi, hakkaten yeşildi.
Yemekten sonra, kral mezarlarının yakında olanlarının yanına gittik. Haşmetleri, yakından çok daha etkileyiydi. Kayalardan inip 1927 yılında yapılan tren istasyonunu gördük. Diğer eski tren istasyonları gibiydi. Sıcacık, özlem kokan, sıla kokan, yol kokan, pembeli beyazlı üç katlı konak şeklinde istasyon binası olan tarihi bir kart postal gibiydi.
Amasya lokasyonu gereği muhafazalı olduğu için 7 padişahın yetişmesine vesile olmuş. Şehzadeler şehri adını almış. haliyle, şehir Osmanlı müzesi gibiydi.
Bir şehir düşünün, bir damla, ama içinde ne arasan var. Gezmek istersen seni yormaz, sürpriz istersen yapar. Öyle bir şehir Amasya. En son 2016 yılında gittim. 2007 yılına göre çok değişmişti ama hala çok güzeldi.
Şehrin çıkışında ters akan çayını gördük. O da yeşil ve adı gibi ters akıyor. Aslında ters akmıyor ama Yeşilırmak gibi kuzeye değil güneye akıyordu. Açıkçası ben adını duyduğumda gerçekten beni şaşırtan bir terslik bekledim. Adı, benim gözümle görebileceğim bir terslikten dolayı değil, adı beslediği nehir ile aynı yöne akmamasından verilmiş. Büyük nehirlerin tersine akıp Yeşilırmağı besleyip onunla doğru yolu bulup Karadeniz’e kavuşmuş. Türkiye’de adı ters akan bu şekilde başka nehirlerde mevcut. Maşallah bize ne büyük bir coğrafyayız.
Amasya, bizim köylerde uzun süre hayvancılık için üs olarak kullanılan, Suluova ilçesi ile meşhur. Bir dönem, bizim köyden hayvancılık yapmak isteyenler, Suluova’yı mesken bellemiş. Hakiyle ilçe biraz doğal kokular salgılıyor olabilir. O kokular onun lezzetli ve besleyici etlere sütlere ev sahipliği yapmasından sebep, olan kokular. Doğa, fotoğraflarda gördüğümüz kadar gibi değildir, doğa kokar. Yeri gelir çiçek kokar yeri gelir meyve kokar, kalan zamanlarda meyveleri besleyen koku kaynağı gibi kokar. Doğa seven koku seçemez.
UNESCO Dünya Miras Merkezince yapılan değerlendirme sonucunda Amasya, Harşena Dağı ve Pontus Kral Kaya Mezarları 2015 yılında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kaydedildi.
Şuraya kısa Amasya videosunu da buraya bırakayım. Görmeyenler için gezi önerisi olsun.
https://www.dailymotion.com/video/x8e1agt
Türkiye çok güzel bir ülke, denizli tatil yerlerine giderken, bir çok güzelliği ıskalıyoruz. Rotalarınıza, görmediğiniz gizli cennetleri de ekleyin, yurdumuzu daha da seveceksiniz. Araştırın haklı olduğumu göreceksiniz, sonra da kendi gözlerinizle görmek isteyeceksiniz. Her seneye yeni yerler görün ki ömrünüze Türkiye’yi sığdırabilin.
Yorumlar
Yorum Gönder