Sen Hiç Aşık Oldun mu?
Birileri ile tanıştım. Benden genç birileri ama gönlümüz yakın dünyalarda. Benden çok daha dindarlar ama huzurumuz bir yerlerde kesişiyor. Aslında sandığımızdan daha yakın olabiliyoruz bazen de sandığımızdan çok uzak olabiliyoruz.
Sakin bir Ramazan akşamında onlara misafir oldum. Gönülleri kadar şahane iftar sofralarına dahil oldum. Eskiden beri şatafatlı şeyleri anlayamam. Yeni evli iken de anlayamıyordum. Ben doğuştan minimalist olabilirim. Bir yanım ne kadar minimalist olsa da bir yanım şatafatın cazibesine kendini kaptırmayı seviyor. Şatafat, aslında şımartılmak gibi. Kim şımartılmayı sevmez, kim sevdiklerini şımartmayı istemez?
Şatafatlı sofralarında tanıştım onlarla. Her biri birbirinden dolu beş hanım. Her biri eğitimsel açıdan da birbirinden zengin hanımlardı. Ortak noktaları, çocuklar olan hanımlardı. Aklıma benim çocukların küçüklüğü geldi, ne güzel insanlarla arkadaş olmuştum ben de.
İftar sonrası namaz kıldık. Sonra da tatlı muhabbetlere giriştik. Her birinin, ekseriyetle küçük boy çocuğu vardı. Bıcır bıcır, anne yoran, çevresini gülümseten çocuklardı. Derin bir nefes aldım ve çocukları büyüttüğüm için şükrettim. Bu yaşımda bir küçük çocuk, annesi bir başkası ise sevimli. Neyse çocuk sahibi olmayı düşünenleri yıldırmayayım. Çocuk bu dünyadaki cennet meyvesidir. Çocuk sahibi olmak kadar insanı esneten, insana ekleyen başka ne var bilmiyorum. Sırf kişilik gelişimi için bile çocuk sahibi olabilir ve çocuk sahibi olmak kendini gerçekleştirmektir. Her canlı doğar, büyür, ürer ve ölür.
Konudan dağıldım, toparlayayım. Hanımlardan biri aşk ile ilgili çok sıcak, çok evrensel iki şey anlattı. Aklımda kaldığı kadar onları aktarmak istiyorum.
Bu yazar da, ancak başkaları ne der, onları anlatsın diyenler, çok haklısınız, işim gücüm onu bunu dinlemek. Yalnız, insanlarda çok güzel hikayeler var, ben ne yapabilirim? Dinlediklerim şahane aklım henüz duymadıklarımda.
Zamanın birinde adamın biri bir tarikat ehline gider ve der ki; “ben tarikatınıza dahil olmak istiyorum.” Tarikat ehli; “olsun ama öncesinde sana bir soru sormak isterim” der. Adam da; “buyrun tabii” der. Tarikat ehli; “hiç aşık oldun mu?” der. Adam da, “tövbe ya niye olayım?” der. Tarikat ehli; “peki çocuklarına, eşine aşık mısın?” der. Adam ters ters bakar; “niye onlara aşık olayım?” der. Tarikat ehli; “peki futbol, araba, sinema bunlara karşı aşırı ilgi duyuyor musun?” der. Adam; “yok ya ne işim olur onlarla?” der. Tarikat ehli; “sen gerçekten aşka dair hiçbir şey barındırmıyorsun, tarikat da aşktır. Sen bildiğin gibi yaşa, tarikatta senlik bir şey yok.” der.
Hikâyeyi anlatan hanım tam bir aşk hayranı. Şiir kitabım olduğunu duyunca, gözleri açıldı, “aşk kadınısınız o zaman” dedi. “Kuş aşkına, çiçek aşkına, çocuk aşkına, yaşam aşkına aşk dersen, haklı olabilirsin” dedim. Benim şiirlerimde ya da yazılarımda bir adama duyulan aşkı bulamazsın. İnsan severim, yalnızlığı sevmem ama bir insanın eline, gözüne bana olan sevgisine hiçbir zaman yazılar yazmadım, bir gün yazar mıyım, bilemiyorum. Gelecekte görürüz.
Baharda sıra sıra açan çiçekleri görünce onları ilk kez görüyormuş gibi yazılar yazdım, çünkü öyle hissettim. Her yeni gördüğüm yeri orası dünyanın en güzel yeriymiş gibi yazdım, çünkü bana öyle geliyor. Kuşları, kedileri, hatta böcekleri belgesel izler gibi uzun uzun izleyebilirim, izlediğimde hissettiğim şeyleri yazabilirim ama karşı cinse duyulan o yoğun duygular, onları yazmak…
Bu hanımın bir babaannesi varmış. Babaanne genç kızken köylerine bir hoca geliyor. Bahsedilen yıllar, hocaların kendi kendilerine, hoca olmayan köylere gittiği zamanlar. Bu hoca Kur’an okurken babaanne buna şahit oluyor. Hem sesine hem Kur’an’a büyük bir hayranlık duyuyor. Her gün hocayı dinlemeye camiye gidiyor. Günün birinde hoca köyden gidiyor. Hoca ile ilgili tek bilinen şey, hocanın Gümüşhaneli olduğu.
Babaanne hocayı düşünürken bir yandan da Kur’an okumayı öğreniyor. Kendi de Kur’an okumaya başlıyor. Dini öğreniyor, yaşamını dine göre düzenliyor.
Çoğu Anadolu aşkında olduğu gibi babaanne bu hocaya varamıyor, köyden biri ile evleniyor. Babaanne çoluk çocuğa karışıyor. Çoluk çocuğu büyüyor, onlar çoluk çocuğa karışıyor.
Babaannenin kocası ölünce, hocaya olan aşkını rahatlıkla dile getiriyor. TV’de güzel Kur’an okuyan her hocayı araştırıyor. Hoca nereli diye bakıyor. Bir umut Gümüşhane’li hocasını arıyor. Çocuklarını sıkıştırıyor, “bulun bana o hocayı” diyor.
Hatta yıllar sonra Gümüşhaneli biri torununu isteyince, verin kızımı Gümüşhaneli’ye ben varamadım, o varsın Gümüşhaneli’ye diyor. Aşkına bu şekilde bir karşılık veriyor. Sonra alzaymır oluyor ve dilinde Gümüşhaneli hoca ile kendi dünyasında yaşayıp, aşkının kelimeleri bitince ölüveriyor. Allah rahmet eylesin, kimdi acaba o Gümüşhaneli hoca. Şu an yaşıyor mu acaba?
Ben realist biriyim. Böyle bir aşka denk gelip aşkın peşinden koşmamayı anlayamıyorum. Gönlünde böyle bir aşk varken, başka biriyle evlenmeyi anlayamıyorum. Belki de becerebildiklerimi sevip beceremediklerimi unutarak, kendi mazimi kendim oluşturdum. Biz Trabzonlular “Ya sevdiğimi alırım ya aldığımı severim.” deriz. Coğrafya kaderdir. Coğrafya karakterdir, coğrafyan neyse osun.
O kadar çok aşk hikayesi dinledim ki. Kimileri vuslata erdi kimileri eremedi. Vuslata erenlerden boşananlar oldu. Bir ara bana anlatılan aşk öykülerini uzun uzun yazasım var.
Aşk çok yoğun bir duygu, ömrü falan varmış, sonsuzluğu yokmuş. Bu konuda bilimsel bir kitap okudum. “Matematiksel Bir Model Olarak Aşkı Anlama Kılavuzu”. Bir ekonomist, bünyemizdeki hormonlara göre aşka dair olabilecek her bir şeyi yazdı. Hem eğlenceli hem de aşkı anlamaya yardımcı bir kitap. Şeref Oğuz bizim oradan bir yazar, dilini seviyorum. Bence o da benim gibi biri, aşk dediğin şey, ancak matematikle açıklanabilecek bir şey. Matematik zaten hayatın her alanında kullandığımız, kullanmak zorunda olduğumuz bir bilim. Hayatımızdan atamayacağımız bir bilim. Sayılar, sandığımız kadar sayısal değiller aslında, her biri dünyanın sözel birikimini barındırıyor. Her biri birçok duygunun, birçok coğrafyanın, birçok tepkinin vb. simgesi.
Aşka dair ne varsa sonuna kadar yaşanmalı, yaşanamıyorsa da en azından anlatılmalı. Coşkulu hiçbir duygu zihinde bir yerlere gömülmemeli. Coşkusunu anlatabilenler sayesinde dünya bu kadar renkli ve güzel. Her renk onu gören zihinde nerelere gidiyor, hangi anlamları buluyor, hangi umutları yeşertiyor, Allah bilir.
Aşk dediğin hayatın tadı tuzu. Ne demiş şair; “Ayrılıkta sevdaya dahil.” Aşkınıza sahip çıkın, beceremiyorsanız en azından birilerine anlatın, içinizde kalmasın, kimse yoksu bana anlatın, şişmeyin olur mu?
Yorumlar
Yorum Gönder