Zalim İyimserlik Psikolojisinden Kurtulup Adana Köprü Başı Yapmak

 

Bugün, biraz psikolojiden biraz da güzel ülkemden bahsetmek istiyorum. Psikolojiden başlamak istiyorum çünkü önce psikolojiyi düzenlemek lazım ki yaşamdan keyif alabilelim. 

Şu aralar, insanları kurban psikolojisine düşürmekten kurtaran ama başka bir zalimliğe kurban eden bir akım var. Başımıza ne geldiyse, içimizde bunu çözebildiğimiz, gücümüzün ve imkanların olduğu ve aslında başımıza gelenlerin de bizlerin eseri olduğu minvalinde, bizi bence kendi tanrımız yapan, uç bir iyimserlikten bahsetmek istiyorum. Bu iyimserliğin adı; zalim iyimserlik.

Zalim iyimserlikte bizler tüm sorunları, istediğimiz durumda çözebileceğimizi sanıyoruz. Daha doğrusu, bu bize dayatılıyor. Bazı sorunların hatta çoğu sorunun, çözüme bile ihtiyaç duymadığı, bazen o sorunlardan, o kaoslardan yepyeni hallere geçebileceğimizi gözden kaçıyoruz.

Burası aslında İslamiyet’in bizlere öğrettiği tevekkülden ve eskilerin bize anlattığı “su akar yolunu bulur”dan başka bir şey değil.

Bizler, içimizdeki cevherlerle dünyamızı inşa edebileceğimiz hissiyatını sevdik ama bunun bize yüklediği misyonun altında ezilmeye başladık. Her zaman, her problem bizim çözebileceğimiz şartlara sahip olmaz, hatta bazen biz o problemi çözebilecek donanıma sahip olmayabiliriz. Aynı problemi A kişisinin çözdüğünü görmek bizim için yeterli olmayabilir. A kişisinin sahip olduğu şartlar ve donanımlarla bizim sahip olduğumuz şartlar ve donanımlar aynı olmayabilir. Çözemediğimiz problemimiz, bizi değersiz de yapmaz. Sadece o an o problemi çözemedik belki de o problemi atlayıp sonraki soruya geçmeliyiz. O problemi çözmeyle harcadığımız zaman bizi sonraki kolay problemlere geçmekten alıkoyacak.

Eğitim psikolojisinde, öğrencinin potansiyelinin altında olan konularla uğraşması ile potansiyelinin üstünde işlerle uğraşması aynı şekilde okunur. İkisi de öğrenciye iyi gelmez, ikisi de öğrenciyi geriletir. En önce kendi seviyemize çalıştığımız durumda ve sonrasında kendi seviyemize göre ilerlediğimiz durumda, hayatı kendimiz için kolay ve keyifli hale getirebiliriz.

Psikolojiler keyfe uygun hale geldiyse gezi kısmına geçmek istiyorum. Bu ay ülkenin lezzet şehrini gördüm. Lezzet şehri deyince, gastronomi deyince, kebap deyince, şalgam suyu deyince ne gelir akıllara; Adana köprü başı.

Dünya güzeli kız kardeşlerimle Adana’yı görmeye niyetlendik. Şansımıza uygun uçak biletleri denk geldi. Üstüne bir de öğretmen olan kız kardeşimin, evinde misafir olacağımız kursiyeri eklenince, hem gezi hem misafirlik hem de lezzet dolu üç gün geçirdik.

Daha önceden Şanlıurfa’da yaşamıştım, doğu insanının misafirperverliği hakkında bir şeyler deneyimlemiştim. Üç gün boyunca orada gördüğümüz her insan, o misafirperverliği ve sıcaklığı bize misliyle yaşattı.

Sıcak yerlerin insanlarının ne kadar sıcak olduğunu bir daha hatırladım bence daha da unutmam. Hatta kendime ödev verdim, ben de onlar gibi olmayı öğrenmeliyim. Öylesi bir misafirperverlik insana kendini çok iyi hissettiriyor. Misafirperverliğe maruz kalmak şahane bir şey bence bu erdemin sahibi olmak da insana çok iyi gelir. Özellikle bunu yeni nesile örnek olarak göstermek, bizim değerlerimizi koruyup kollamamıza, hatta sahiplenip kendileştirmemize vesile olur. İnsan, aslında verebildikçe iyi olan bir canlı. Endorfin yani mutluluk hormonu; birilerine karşılıksız verdiğimizde en fazla salgılanan hormon, verdikçe güzelleşiyoruz aslında, şeker gibi oluyoruz.

Adana’ya gitmeden önce oradan birine “nereleri görmeliyim, ne yemeliyim?” diye sordum. Bana “Ali Göde’de şalgam suyu iç” dedi, “Büyük Saat’in orayı gör” dedi, “Seyhan Baraj Gölü’nü gör” dedi, “Sabancı Camii’ini ziyaret et” dedi; “Tablacı’da şiş, taş kadayıfı, şırdan, mumbar, ciğer, kebap, kirece yatırılmış kabak tatlısı, turunç tatlısı, bici bici ye.” dedi.

Elimde programla ve evini, gönlünü ruhunu hatta ailesini bize açan Adanalı arkadaşımızla bir buçuk günde bunların hemen hepsini yaptık. Adana sanıldığı kadar büyük olmayan ama kültürü çok zengin olan bir şehir. Hakikaten Büyük Saat’in orada insanlar gündüz vakti kebabını yiyor, müziğini dinliyor ve kimseye rahatsızlık vermeden alkolünü alıyor. Sokak lezzeti seviyorum diyenler, Uzak Doğu’ya gitmeden önce Adana’da yurdum sokak lezzet kültürünü deneyimleyebilir. Hatta ilk buradan başlasın derim. Iskalanmaması bir sokak lezzeti kültürü…

Sabancı Cami ve meşhur köprü, hemen her yerinde fotoğraf çekmelik bir yer. Ben Seyhan’ın kenarında iken bir an kendimi Nil’in kenarında gibi hissettim. Adana’da insan kendisini Mısır’daymış gibi hissediyor. Yurdumun her coğrafyası bambaşka bir ülke gibi.

Taş kadayıflarına ve özellikle hemen her yemeğin ucuz olmasına bayıldım. Şehir bereketini herkese servis ediyor.

Adana ile ilgili ilginç bir durum yaşanmış. Şehrin göbeğinde olan havaalanı Mersin ile Adana ortasında bir yere taşınmış. Adanalılar bundan hiç memnun değiller. Ellerinde olan havaalanları, neredeyse bir saat uzağa taşınmış. Bu bizim için bir taşla iki kuş misali, bir gezide iki şehir gezebilme olayına evrildi.

Havaalanında kiraladığımız aracımız ile yarım günlük bir Mersin turu yaptık. Mersin bence Trabzon ile İstanbul arasında bir şehir. Adana ile uzaktan yakından alakası yok. Resmen deniz şehri. Denizi ise Karadeniz gibi değil, yazın İstanbul’da görülen deniz gibi. Sürekli uçuşuyor. Sıcak sıcak uçuşuyor. Binalar ve yaşam Adana’ya göre çok daha modern. 

Mersin meşhur tantunisi ve yöresel tatlısı kerebiçini ve künefesini deneyimledik. Meşhur sahilinde yürüdük sonra da uçsuz bucaksız bereketli ovalardan havaalanına geçtik.

Adana ve Mersin bu kadar değil. Görülecek o kadar çok şey var ki, bir hafta kalınsa ancak biterdi ama zamanımız bu kadardı. Her zamanki gibi şehre ve insanlarına doymadık. Kalbimizin bir parçasını oralarda bıraktık. Artık Adana deyince burnumuzun direği sızlayacak, ne güzeldi ya diyeceğiz, Mersin deyince bir daha görmeliyiz diyeceğiz. 

Gelecekle ilgili planlarımızın arasında iki şehir daha var ve gelecekle ilgili tekrar görmek istediğimiz insanlar arasında sıcacık insanlar var.

Ben gezmenin en çok hayatıma insan ekleme kısmını seviyorum. Bir de eski tanışları bulup onlarla eskiden kaldığımız yerden devam etme kısmı eklenince insanın yaşadığı hayatın anlamlı olduğunu görmesini deneyimlemesi iyi eden bir geçmiş muhasebesi.

Geçen bir psikiyatristten duydum, aslında insan sevilmekten çok sevmek isteyen bir canlı. Biz sevebileceğimiz insanları arıyoruz. Onlara denk gelince bir de onlardan misliyle karşılık görünce hayatımız güzelleşiyor.

Ne güzel demiş, Edip Cansever; “Kuş olsun insan olsun, yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı.”

Yolunuza sevebileceğiniz insanlar, güzelliğine şaşıracağınız rotalara, gelinciklere, kanolalara  çıksın, kalın sağlıcakla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asla Üzülmemen Gereken Şeyler ve 6 sigma

Kar; Hep böyle pazar sabahı yormadan gel

Dünyayı Taşıyan Kadınlar